Bir gecenin ortasında, uykuların en derin yerinde, yer sarsıldı. Koca şehirler bir anda karanlığa gömüldü. O an, sadece duvarlar değil, hayatlar da yıkıldı. Bir annenin feryadı, bir babanın çaresizliği, bir çocuğun elinden kayıp giden hayat… O gece dünya bir an durdu sanki.
Yeryüzü titredi, ama asıl titreyen bizdik. Umutlarımız, hayallerimiz, sevdiklerimiz… Enkaz altından yükselen iniltiler, saatler sonra sessizliğe karıştı. O sessizlik, tarihin en acıtan boşluğuydu. Belki de birinin son nefesi, bir diğerinin hayata tutunma çığlığıydı. Şehrin dört bir yanına yayılan o korku, beton blokların altında sıkışan binlerce canın sessiz çığlığına dönüştü. Soğuk gecenin ayazında, gökyüzüne yükselen toz bulutlarının ardında binlerce hikâye kayboldu. Kimi evlerde ışıklar bir daha hiç yanmadı, kimi mahallelerde sokaklar sonsuza kadar sessizliğe gömüldü. İnsanlar, sevdiklerinin isimlerini haykırarak molozların başında çırılçıplak kaldı. Bir çığlık, bir nefes, bir el… Kimse kendini kurtarmaya çalışmıyordu artık, herkes sevdiklerini arıyordu. Bir babanın gözleri boşluğa bakıyordu, bir annenin gözyaşları toprağa damlıyordu. Bir çocuğun küçük parmakları soğuk taşların arasından dışarı çıkıyordu ama kimse ona ulaşamıyordu.
Bu korkunun soğuk nefesi, gecenin en karanlık saatlerinde her bir kalpte yankılandı. İnsanlar, acının ve çaresizliğin arasında boğulmuş, kendi yüreklerindeki derin yaraları, birbirlerinin gözlerinde aramaya çalıştı. O gece, sokakların sessizliğini, yıkılmış duvarların ardında saklı umudu bulmak neredeyse imkansızdı. Gecenin karanlığında, her adımda kaybolan hayatların izleri, yıkıntıların arasında hüzünle sarıldı. Rüzgar, o gece taşıdığı tozla birlikte, bir zamanlar sevinçle dolu olan evlerin anılarını da savurup götürdü; şimdi ise yalnızca ölümün soğuk sessizliğini, terk edilmiş anıların acısını fısıldıyordu. Her damla yaş, sevdiklerini kaybetmiş bir annenin, umudunu yitirmiş bir babanın, geleceğini artık göremeyen bir çocuğun yüreğinde silinmez izler bıraktı.
Bir diğer yanda, o soğuk gecede kaybolan her hayatın ardından, geride kalanların acısı daha da derinleşti. İnsanlar, yaşanan bu dehşeti bir an olsun unutamayarak, yıkılmış duvarların ardında kalan umut kırıntılarını toplamaya çalıştı. Toprak, o gece dökülen gözyaşlarının simgesi oldu; her bir parça, yaşanmış acıların ve kaybedilmiş sevinçlerin sessiz tanığıydı. Her enkaz parçası, hayatın ne kadar kırılgan olduğunu, her yıkıntı ise hayata veda eden bir canın sessiz çığlığını temsil ediyordu. Derin bir sarsıntı, insan ruhlarının en karanlık köşelerine dokundu; her bir yıkım, kalplerde sonsuz bir boşluk ve tarifsiz bir keder yarattı. İşte o an, bütün şehir, acı ve kederin soğuk kollarına teslim olmuştu; zaman sanki durdu ve geleceğe dair tüm umutlar, o gece paramparça oldu.
O gecenin etkisi, sabahın ilk ışıklarıyla dahi silinmedi. Gün doğarken, yıkılmış duvarların arasından süzülen hafif bir ışık, adeta kaybedilen hayatların yerine geçebilecek umudu simgelemeye çalıştı. Ancak o umut, ağır yüreklerde filizlenmeye çalışırken, her köşe, her sokak hala derin bir hüzünle örtülüyordu. İnsanlar, sevdiklerini ararken, belki de bir anlık teselli bulabilmek için birbirlerine sarılıyor, gözlerinden süzülen yaşlarla geçmişin acı dolu anılarını yad ediyordu. O gece, her nefes, her kalp atışı, silinmeyecek bir kederin canlı hatırasıydı.
O gece sokaklar taş kesildi. Çocukların rüyaları yarım kaldı, annelerin duaları gökyüzüne yükseldi ama bazıları geri dönmedi. Bir baba, evladının ismini sayıklayarak enkazın başında bekledi. Bir anne, çıplak elleriyle toprağı kazdı. Kimi zamansa ellerini kavuşturup, kurtuluşu dualarda aradı. Sokaklar, yollar, meydanlar enkazla doldu. Bir zamanlar kahkahalar yükselen evler, bir anda mezara dönüştü. O sabah doğan güneş bile ışığını kaybetmiş gibiydi. Gökyüzü griydi, sokaklar sessizdi, umutlar paramparçaydı. Buz gibi havada enkaz başında bekleyenler, nefeslerini tutarak bir ses duymaya çalıştı. Ama çoğu zaman sadece sessizlik vardı, derin, ağır, ruhu ezen bir sessizlik… Bir çocuğun çantasının yanında açık kalmış defteri, kalem kutusundan dışarı fırlamış kalemler, yarım kalmış ödevler… O gece, sadece insanlar değil, hayaller de yarım kaldı.
Annesinin kokusunu arayan çocuklar, babalarının elini tutamayan kızlar, henüz adını bile öğrenemediğimiz bebekler… O gece bir kentin değil, binlerce hayatın kalbi durdu. Bir adam, enkazdan uzanan cansız bir eli saatlerce tutarak bekledi. Bir kadın, çöken duvarın ardında kalan ailesine son kez seslendi. Bir çocuk, annesinin bedenine sarılarak hayatta kaldı ama ruhu o gece dondu. Kurtarılmayı beklerken birbirine sarılmış anne ve çocuk cesetleri bulundu. Bir abla, küçük kardeşinin cansız bedenini battaniyeye sararak taşıdı. Her enkazın altında bir hikâye, her molozun altında bir yaşam vardı. O kadar çok acı vardı ki, kelimeler yetersiz kaldı. Kimi zaman sessizce ağladı insanlar, kimi zaman göğe haykırdı. Ama hiçbiri zamanı geri çeviremedi. Tüm bunlar olup biterken, enkazın başında bekleyen gözler umudu da acıyı da aynı anda taşıdı. Bir çocuğun elinde annesinin eski bir fuları vardı, kokusunu çekerek ağlıyordu.
Enkazdan çıkarılan her can, bir umut ışığıydı. Ama kurtarılamayan her can, içimizde büyük bir boşluk bıraktı. Bazı hikâyeler yarım kaldı, bazıları hiç yazılamadı. Bir çocuğun oyuncak ayısı, bir defterin arasına sıkışmış mektup, bir nişan yüzüğü… Kayıpların ardında yalnızca isimler değil, yaşanamamış hayatlar, tamamlanmamış cümleler de vardı. Bir çocuğun doğum gününe bir hafta kalmıştı, bir baba kızını gelinlikle göremedi, bir genç üniversite hayalini enkazın altında bıraktı. O enkazın altında yalnızca binalar değil, insanların hayalleri de yıkıldı. Bir küçük ayakkabı, bir kıyafet dolabının ardında saklı kalmış bir düğün davetiyesi, masanın üzerinde kalmış yarım bir kahve fincanı… Bütün bu sessiz tanıklar, bizlere fısıldıyordu: “Burada bir hayat vardı.”
Ambulans sesleri hiç susmadı, sirenler karanlığın içinden yankılanarak yüreklere işledi. Kurtarma ekipleri zamana karşı yarışırken, bazıları sevdiklerini enkazın başında beklemekten başka bir şey yapamıyordu. Eller, enkazdan bir hayat daha çekebilmek için titredi. Kimi zaman umutla, kimi zaman gözyaşlarıyla… Bazen bir el uzandı, bazen sadece sessizlik kaldı geriye. Çocuklar korkuyla sarıldı, yaşlılar dualarına sarıldı. Kimi enkazdan sağ çıktı ama ruhu o enkazda kaldı. Kimi yaralı kurtuldu ama içinde kapanmayacak yaralar açıldı. O gece yalnızca binalar çökmedi, insanın insana olan güveni de sarsıldı.
Deprem, yalnızca toprağı değil, ruhlarımızı da parçaladı. Geride kalanlar, eksik kalanlar, yarım kalan hikâyeler… Şehirler yeniden inşa edilebilir, binalar tekrar yükselebilir, ama kaybedilen canların yerini hiçbir şey dolduramaz. O gece, bir baba evladının elini enkaz altında son kez tuttu, bir anne son defa fısıldadı çocuğunun adını… O gece yaşanan acılar, yalnızca birkaç gün süren bir haber olmadı; yıllarca sürecek, asla silinmeyecek izler bıraktı. Enkaz başında çaresizce bekleyen gözlerde donmuş hüzün, taşlaşmış acı vardı. O anı yaşamayan kimse o gözlerdeki yıkımı anlayamaz.
Bugün, o acının yıldönümünde, yalnızca yas tutmuyoruz. Unutmamak, unutturmamak zorundayız. Çünkü unuttuğumuz her acı, yeniden yaşanır. Çünkü deprem öldürmez, ihmal öldürür. Çürük binalar, denetimsizlik, sorumsuzluk öldürür. O gece hayatını kaybedenlerin anısına, daha güvenli yarınlar için mücadele etmek zorundayız. Sarsılmayan vicdanlar inşa etmeli, sağlam şehirler kurmalıyız. Yetim kalan çocukların gözyaşları, anne babasını yitiren gençlerin boş bakan gözleri bizlere sorumluluğumuzu hatırlatmalı.
Bugün, yitirdiğimiz binlerce can için yas tutuyoruz. Onların anısını yaşatmak için daha bilinçli, daha duyarlı, daha güçlü olmak zorundayız. Acıyı unutmamak, hatırlamak ve hatırlatmak, en büyük sorumluluğumuz. Onlar için, sevdiklerini kaybedenler için ve bir daha aynı şeylerin yaşanmaması için sadece gözyaşlarımızla değil, yüreğimizle, vicdanımızla, unutmayı reddeden hafızamızla anacağız. Çünkü yas, yalnızca bir ağıt değil; bir söz, bir yemin, bir borçtur. Yitip giden her can, içimizde kapanmayan bir yaradır. Bir annenin boş kalan ellerinde, bir babanın gözlerine çöken o tarifsiz hüzünde, bir çocuğun sessizce büyüyen eksikliğinde o acıyı her an hissedeceğiz…
6 Şubat depremlerinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, hâlâ tedavisi devam eden vatandaşlarımıza acil şifalar, yakınlarına sabırlar diliyorum..
Ayın sözü: Hepimiz Öldük, Bazılarımızı Gömdüler….
Ayın kitabı : Enkaz- Kahraman Tazeoğlu
Ayın Şiiri: Deprem-Kahtalı Mıçı
SİYASET
11 saat önceADIYAMAN
11 saat önceADIYAMAN
11 saat önceADIYAMAN
1 gün önceADIYAMAN
1 gün önceADIYAMAN
1 gün önceADIYAMAN
1 gün önce